Bas gitar çalmak garip bir yolculuk.
Bir yandan herkesin çok da fark etmediği bir rolün içindesin; bir yandan da grubun temelini taşıyorsun.
Sesin orada, hissettiklerinde ama çoğu zaman göz önünde değil.
İşin en heyecanlı ama aynı zamanda da en zorlu kısmı:
Ton meselesi.
Herkesin duyduğu ama kimsenin tam tarif edemediği o hissi yakalamaya çalışıyorsun.
Bas gitar ekipmanı ayrı bir dünya.
Kompresörler, DI box’lar, pedallar, amfiler, kablolar…
Her biri sana yeni bir karakter, yeni bir ifade biçimi sunuyor.
Ve her yeni parça, seni biraz daha “kendine ait” bir tona yaklaştırıyor.
Ama şöyle bir gerçek de var:
Ne alırsan al, bir süre sonra gözün başka bir şeye kayıyor.
Çünkü bu sadece bir donanım meselesi değil.
Bu işin içinde kişisel tatmin, sahnede güven, müzikal anlatım da var.
Zamanla şunu öğreniyorsun:
Ekipman sadece bir araç.
İyi bir sound, iyi bir ekipmandan çok, o ekipmanı nasıl kullandığınla ilgili.
Bir kablonun uzunluğu bile bazen fark yaratıyor, ama asıl farkı yaratan sensin.
Bugün geriye dönüp baktığımda, onlarca ekipman denemişim.
Kimi hâlâ pedalboard’ta, kimi çoktan elden çıkmış.
Ama her biri bana bir şey öğretti:
Sesin şekillenmesi zaman alıyor.
Hemen olmuyor. Hemen olmaması da normal.
Eğer sen de bazen “şunu alsam daha iyi olur muyum?” diye düşünüyorsan, yalnız değilsin.
Ama unutma:
Elindekini iyi tanıyıp kullanmak, çoğu zaman yeni bir ekipman almaktan daha etkili olabilir.
Ve en güzeli de bu süreçte gelişmek.
Hem ton olarak, hem müzikal olarak, hem de insan olarak.